9 Haziran’da 27 Avrupa Birliği (AB) üyesi ülke Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri için sandık başına gitti. 2019 yılında AP’deki sandalye dağılımında çoğunluğu elinde tutan merkez partiler, ortaya çıkan sonuçla çoğunluğu yine elde etse de sonuçlar aşırı sağ partilerin yükselişini gösterdi.
Özellikle Fransa’da Macron’un partisinin oy kaybı, Fransa Cumhurbaşkanı’nı erken seçim kararı almaya sevk etti. Belçika Başbakanı De Croo görevinden istifa edeceğini duyurdu. Almanya Başbakanı Olaf Scholz ve partisi Sosyal Demokratlara ilişkin eleştiriler yeniden gündeme getirildi.
Bu tabloya bakıldığında Avrupa Birliği ve üye ülkelerinin siyasetlerinde yeni bir döneme girileceği algısı ortaya çıktı. Peki, seçim sonuçlarını AP’deki sandalye dağılımı üzerinden değerlendirince ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?
İlk olarak değinilmesi gereken nokta, 2024 seçim sonuçları sonucunda Avrupa Parlamentosu’nda koltuk dağılımındaki değişim.
2020’de tamamlanan Brexit süreci sonrasında Avrupa Parlamentosu’ndaki koltuk dağılımına baktığımızda karşımıza şu tablo çıkıyor:
2019 seçimlerinde aşırı sağ olarak nitelendirilen ECR (Ulusal Muhafazakarlar) ve ID (Kimlik ve Demokrasi Grubu) partilerinin parlamentodaki koltuk sayısının toplam koltuk sayısına oranı yüzde 18,19. 2024 seçimlerindeyse bu oran yüzde 1,5 artarak yüzde 19,72 oranına yükseldi.
Aşırı sağın yükselişi sorunsal haline gelmişken koltuk dağılımında en fazla artışı hiçbir siyasi gruba dahil olmayan diğer adaylar gösterdi. 2019 yılında hiçbir siyasi gruba dahil olmayan grubun koltuk dağılımındaki oranı yüzde 3,4 iken, 2024’te bu oran 4 kat artışla yüzde 13,61’e yükseldi.
AB’deki iki ana siyasi grubun (EPP ve S&D) 2019’daki koltuk oranı, yüzde ikiden az bir oranla yüzde 46,67’den yüzde 44,86’a düştü. Bu tablo bize AP seçimleriyle ilgili ne anlatıyor? İlk akla gelen cevap oldukça açık: Avrupa’da seçmen yeni bir yol arayışında.
Liberal uluslararası sistem günden güne kan kaybederken ABD’nin birincil müttefiki olan AB bu durumdan nasıl etkileniyor? ABD öncülüğündeki tek kutuplu dünyadan, çok kutuplu dünyaya geçişte AB’nin rolü de tartışma konusu olabiliyor.
Uluslararası sistemin içerisinde olduğu değişim sürecinde AB’nin önünde iki yol var gibi görünüyor. Bunlar; kapasite artırımına gidip ABD’nin birincil müttefiki olma rolünü devam ettirmek ya da yıllardır tartışılan “stratejik otonomiye” sahip olup kendi başına bir güç merkezi olmak. Bu iki yoldan hangisinin tercih edileceği sorusunun cevabı ise AP seçimleri sonrasında izlenecek politikalarla doğrudan bağlantılı.
Aşırı sağ partilerin Fransa başta olmak üzere mevcut iktidarlardan daha fazla oy aldığı bir Avrupa Parlamentosu seçimini geride bıraktık. Aşırı sağ partilerin oy oranını arttıran ekonomik sorunlar başta olmak üzere, gıda ve enerji krizi, Rusya-Ukrayna savaşı gibi sorunlara merkez partilerin ürettiği çözümler karşılık bulmadı gibi gözüküyor. Bu durumda Aşırı sağın çözüm önerilerine ve politikalarına doğru bir eğilim ve dönüşüm hiç de uzak görünmüyor.
Seçim sonuçları; AB’nin kuruluş amacına, oluşturduğu standartlara, günümüze gelen kural ve birlik temsiliyeti üzerine yeniden düşünme ihtiyacını ortaya koyuyor. Bu ihtiyaç, merkez siyaset açısından aşırı sağın çözüm önerilerini normatif yaklaşımdan yani ideallerden çıkar odaklı ve sorunlara gündelik çözümleri öngören politik dönüşümü kısa vadede zorunlu kılabilir. AB’nin içine düştüğü sorunlar yumağı AP’deki seçim sonuçlarını fırsat bilen merkez siyaset açısından aşırılaşma eğilimine yönelimine geçişi kolaylaştırabilir.
Macron’un ülkesinde meclisi feshedip seçim kararı alması bu doğrultuda değerlendirilebilir mi? Bir sonraki yazıda Macron’un niçin bu kararı aldığını yakından inceleyeceğiz.